“Her şeyi yazdılar.” dedi. “Nasıl yani?” diye sordum. “Basbayağı” dedi “Her şeyi yazdılar işte.” Bakışlarındaki acıma kendineydi sanırım o an.
“Bunu da yazdılar mı peki?” diye sordum,
“Bunu da ben yazdım.”
Her zamanki gerçekçiliğiyle cevap verdi, “Lüzum yoktu aslında, keşke yazmasaydın.”
***
İnsanlar ne kadar sessiz değil mi? Geceleri yani… Bir günün diğerine devroluşuna karşı durulan bir seremoni gibi sanki bu sessizlik. Sessizlikleri anlamaya çalışırken öleceğim sanırım, susuşları ve sessizlikleri. Yanlış kararlar almaya yatkın bir tarafımız var galiba. Gecenin sürüklediği dürüstlüğe sığınmak gerekliydi konuşurken. Hele de alternatifi susmakken. Umutlar yaşatır diyordu bir yerlerde; ve fakat umutlar öldürür diyordu aynı zamanda. İnsan işte, kendini bitirmesinden korktuğu şeye saldırıyor ilk başta. Ki o “şey” kendinden bir parça olsa bile yapıyor bunu. İnançlarını, sevgilerini, umutlarını ve daha neler neler…
Önemsiz bir yığın şey işte. Çok da ehemmiyeti yok aslında bazı farkındalıkların.
Hatırlarsın belki, sıradanlığımı yanıma alıp, bütün renklerimi bıraktığım birileri vardı. İsimlerini bile bilmediğim birileri. Benim nazarımdaki tek güzel hikaye onlarınkiydi. Sadece onlar mutluydu. Ben hep bir yerlerde bir şeyleri bırakarak eksilirken ve hatta korkaklaşırken her geçen gün, bir tek onlar mutlu kalmıştı. Çünkü onların hikayesine ait bir son yoktu benim için.
İnsanlığın en büyük çaresizliği bu işte; hepimiz kendi sonumuzu görmeye mecbur bırakılmışız. Şimdi sorsan bana bunda senin bir kabahatin var mı diye; “Eh benim de cümlelerim tükendi artık.” diyebilirim sadece.
En nihayetinde tek ihtiyacımız olansa bu aslında; bir mutlu fotoğraf, sonunu hatırlamak zorunda olmadığımız.