kirli kağıtlar

Tarif edemediği duygular kadardır, insan.

***

Elindeki kalemi bıraktığında saat geceyarısını çoktan geçmişti. Önünde yine sonu olmayan birkaç sayfalık bir hikaye vardı. Bu sonu gelmeyen hikayeler daha az canını sıkıyordu artık. Hatta her seferinde, neredeyse bir mezarlık sayılabilecek dosyasına yeni bir bitmemiş hikaye eklerken, bir haz duyduğu bile söylenebilirdi. Mezarlık tabirini de kendisi bulmuştu aslında, kelimelere canlıymış gibi davranmak hoşuna gidiyordu. Bazen de daha önce yazdığı bir hikayeye, içine sinen bir son bulduğunda ise yazmaktan kaçıyordu. Hikayelerinin, asıl o zaman öleceklerini düşünüyordu böyle zamanlarda.

Öyle veya böyle, bu kağıtlar da o dosyaya konulacaktı belli ki. Bu mezarlığa gidişi bir seramoniye dönüştürmeye başlamıştı artık. Ufacık bir çizgisi var olan karakterleri tamamlayarak yazdığı hikayelerde kendi de yaşıyordu sanki. Onların akıbetindeki belirsizlikte payı yokmuş gibi üzülüyordu onlara. Yine öyle olmuştu. Seramoniyi tamamlamak için bir sigara almış ve tam çakmağa uzanırken, eli kahve bardağına çarpmıştı. Dökülen kahve kağıdın alt tarafını neredeyse okunmaz hale getirmişti. Aslında yazdığı hiçbir şeyi daha sonra çıkarıp tekrar okumamıştı, ondan sonra da birisinin çıkarıp okuyacağına dair bir beklentisi yoktu hatta. Fakat yine de o ölü kavlindeki kelimelerin kağıda işlenmiş halde dosyasında var olduğunu bilmek açıklaması güç bir haz veriyordu ona. Dolayısıyla dökülen kahve, bu hazdan alıkoyacaktı onu. Eli hemen askılıkta duran atkıya gitmişti. Atkıyı kağıdın üstüne basarak bir miktar kurutabilmişti. Mürekkebi kaysa da okunabilir durumdaydılar. Bir an için gözü son cümleye takıldı, “… neden böyle olduğunu bilmiyordu.” İstemsizce bir son kurgulamaya çalıştı kafasında, fakat olmuyordu. Tekrar elini çakmağa uzatıp sigarasını yaktı. Odadaki basıklığı farkedip pencereyi açmak üzere hareketlenmesine fırsat kalmadan kapının çaldığını duydu. Gecenin bu saatinde uyumadığını bilecek ve rahatsız edecek samimiyette birkaç arkadaşı vardı. Onlardan hangisi olduğunun merakıyla istikametini pencereden, dairenin kapısına doğru değiştirdi. Kapıyı açtığındaysa şaşkın bir biçimde gelenin komşusu olduğunu gördü. İşin garip yanı, bu adamla birkaç merhabadan öteye gitmeyen sohbetleri dışında bir ahbaplığı da yoktu esasen. Bu uzak sayılabilecek adam, gecenin bir saatinde yarım yamalak giyinmiş ve gözlerindeki kırmızılığa bakılırsa daha biraz önce ağlamışçasına bitkin görünüyordu. Adam, geceyarısı yaptığı bu ziyaretin sebebini açıkladığında her şey anlam kazanmıştı onun için de. Bu çok da samimi olunmayan komşu, birkaç saat önce babasının ölüm haberini almış ve evden dışarıya atmıştı kendini. Adam, bir geceyarısı ışığını açık gördüğü için komşusunu rahatsız etme cesaretini kendinde bulabilmişti.

Konunun vahameti anlaşıldığından, saatin kaç olduğu önemsizdi artık. Genç adam komşusunu içeri buyur edip, içecek bir şey hazırlamaya başlamıştı. Babasını çok erken yaşta kaybettiğinden, bir ölümün ifade ettiği anlamları yalnızca kitaplardan biliyordu. Tahminen adamın sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola çıkacağını düşünerek kahve yapmanın daha mantıklı olacağına kanaat getirmişti. Elinde bardaklarla birlikte salona girerken, bu ‘yabancı’nın yazdığı karakterlere ne kadar benzediğini fark etmişti. O andan sonra adamın anlattığı hiçbir şeyi adamakıllı dinleyememişti. Aslında bu yazacağı hikaye için iyiye işaretti, kısıtlamalar olmaksızın bir karakter oluşturabilecekti kendine. Babası ölmüş bir adam…

Yarım saat kadar sonra adam, tahmin ettiği gibi yola çıkmak üzere bir şeyler hazırlaması gerektiğini farkedip terk etmişti evi. Komşusunun evden çıkışıyla birlikte bütün o yas halini üzerinden atmış, yeni bir karakterin heyecanı ve neşesiyle odasına doğru neredeyse koşmaya başlamıştı. Hayal gücüne ne kadar güveniyorduysa da böylesine bir emsal hep daha ilham vericiydi. Gecenin bir saati sokakta, gözleri kıpkırmızı bir adam… Babası ölmüş bir adam…

Aklındaki akımı kağıda teslim etmek üzere masaya oturduğunda tekrar o kahve dökülmüş satırlara bakakalmıştı. O son cümle bıraktığından biraz daha silik bir halde duruyordu. Afili bir kalem hamlesiyle tek bir kelimenin üstünü çizdikten sonra yerine yeni kelimeyi ekledi. “*** neden böyle öldüğünü bilmiyordu.”
Evet, o zaten babası ölmüş bir adamdı.
“Babasının neden böyle öldüğünü bilmiyordu.”

Bir Cevap Yazın