saat

Lüzumsuz bir telaşla koşmaya yakın adımlar atıyorduk. Yanından geçtiğimiz bir kafede çok zaman önce oturup güzel vakit geçirdiğimizi hatırladım bir an. Sonra istemsizce güldüm sanırım. Niye güldüğümü sordu, “Zaman çok garip değil mi?” dedim, “O ana ait herhangi bir şey söyleyemiyoruz bile. Hava, insan ve zamanının değişkenliğinden çok daha sabit bir hızla geçiyor zaman. İnsan gibi ivmeli değilse de gayet istikrarlı yani.” Bir an durup bana doğru döndü ve “Peki ya şimdi?” diye sordu. Kolumdaki saati gösterdim ona doğru birkaç adım daha yaklaşırken, “Zaman hala geçiyor.” dedim.

O an yüzünde, ancak dünyanın sırrını çözen insanların sahip olabileceği bir gülümseme oluştu. Eliyle saatime dokundu ve gözlerini kapattı. Gözlerinin kapalı kaldığı o birkaç saniyede etraftaki herşey son derece düzgün bir şekilde yavaşladı ve durdu. Gözlerini açtıktan sonra yaptığı ilk şey saati işaret etmek oldu. Evet, gerçekten zaman durmuştu. Birkaç dakika önce sahip olduğumuz tüm telaş ve yetişmek zorunda olduğumuz her şey askıya alınmıştı.

Artık an diye bir şey var gibi hissediyordum. Zamanın olmadığı bir düzlemde kelimelerin ve parmaklarımın nasıl yol alabildiği ve buna benzer tüm soruları aklıma dahi getiremiyordum o an. Koca bir evrenin sahibi gibiydik ve o sadece gülümsüyordu. Artık yakalamak zorunda olduğumuz bir hayat yok diye düşündüm zihnimde. Ve o hala gülümsüyordu. Ne kadar çocukça bir hevese kapıldığıma gülüyordu belki de. Beni, tüm heyecanımdan tutup da çekercesine, “Sormak istediğin hiçbir şey yok mu?” dedi, kekelemeye yakın bir ses tonuyla “Nasıl?” dedim veya diyemedim, sonra asıl büyük soru zihnimin yer yanını kapladı. Buruk bir sevinçti o andan sonra sahip olduğum his, “Peki yaşlanıyor muyuz?”. “Evet.” dedi o güzel gülüşünden hiçbir şey eksiltmeden. Sonra elimi tuttu ve yüzüme baktı tekrar, “Yıllar alan bir hikayeyi, tek bir anda yaşayamazdık. Sen de biliyorsun değil mi?”. Tüm zaman algımı alaşağı etmiş olmasına rağmen zannımca dakikalardır süren gülümsemesi tamamıyla anlamlanmıştı artık. Bu kez kendi kolundaki saate dokundu ve her şey eski haline döndü. Bir ‘an’a koca birkaç dakikayı sığdırdıktan sonra tekrar her şey eski haline dönmüştü. Zamanın tekrar akmaya başladığını, varlığını unuttuğum rüzgarın yüzüme çarpışıyla fark ettim.

İşin garip yanıysa belki de sıkça hissettiğim, o, zamanın içinde kaybolmuşluk hissi yok olmuştu artık.

Bir Cevap Yazın