son sayfadan devam

Çok sevdiğiniz bir şair var sizin. Ben o adamı hiç sevemedim. Çok mutluydu, belki sırf bu yüzdendir.

***

Vakti gelmeyen bir güneş doğuyor bugün. Mecburen öğrendiğim şeylere bir yenisi eklendi bu sabah. Eğer bir şey istendiği gibi olmuyorsa, ortada öğrenilmesi ve ne yazık ki mecburen de olsa kabullenilmesi gereken bir şey de vardır. Varmış…

Bana kalsa, bu gece sokakları terk etmemeliydi karanlık. Haftalarca, aylarca sürmeliydi sükunet. Merdivenler tozlanmalıydı, insanlar ya kısık sesle konuşmalıydı ya da hiç konuşmamalıydı. Geceye yakışır bir gece sürüp gitmeliydi. Fakat hep olduğu gibi oldu. Ve güneş doğdu. Belki temel yanılgım da budur; güneşin doğan bir şey olduğunu zannetmek.

Her neyse, konumuz bu değil. Güneşin görünmeye başlamamasını ümit etmek bir bakıma saflıktır muhakkak, fakat ümit etmeden sadece istemek, yalnızca geceyi sevmektir. Buradan çıkacak bir ders var belli ki, fakat ben başka bir şeyin peşindeyim.

Mutluluğun ne olduğunu düşündüm çok kere. Nasıl mutlu olunabileceğini, ancak bu düşüncelerin getirdiği sorulara cevap verebilirsem anlarım zannettim. Halbuki bu sandığımdan daha girift bir cevaba sahipmiş, her şey gibi. Mutluluğun ve nasıl mutlu olunduğunun bir biriyle iç içe geçmiş tek bir yanıtı varmış.

Mutluluk denen şey belki yalnızca anlık bir durumken, mutlu insan yalnızca mutlu olma hevesi taşıyan insanmış. Ve bu çabanın haklı ödülüymüş mutluluk. Her şey tepetaklak olduğunda bu sayede vazgeçmiyormuş insanlar. Her şeyin paramparça olacağını bilmelerine rağmen sırf bu yüzden ve bu sayede terk etmiyorlarmış hayatı, felaketi beklerken.

İrdelenmesi halinde anlaşılan, son derece basit birer seçimmiş yani, çoğu şey. Çoğu şeyden geriye kalanlarsa, gündüzden ve geceden fazlası değil.

Pek de büyük olmayan bu aydınlanma, mutlu olma hevesini, bana gözleriyle, hem de farkında bile olmadan anlatan bir insanın dersidir. Ve elbet uykusuz geçen bir gecenin.

Bir Cevap Yazın