tesir

Yalnız başarmak söz konusu. Zaten tarih dediğin bizatihi başaranların hikayelerinden ibaret. Yani aslına bakarsak, kimse çabalayanları umursamıyor. Hem hayat, çok da alışılmaması gereken bir şey. Alışsan ne mi olur? Belli olmaz belki biraz daha mutlu olursun.

***

Sesim iyiden iyiye yorgunluğumu gösteriyordu artık. Fakat bu yorgunluğun, düşüncelerimden mi yoksa kendini sabaha teslim edecek karanlıktan mı kaynaklandığını bilmiyordum. Bir süre sessizce masadaki bardağa bakmaya devam ettim.

“Galiba toparlayabildim az önce anlatmaya çalıştığım şeyleri.” dedi, olgun fakat tedirgin bir öz güvenle. Gerçekten konuşacak takatim kalmamıştı artık. Yarısı dolu bardağı elime alıp onu dinlemeye başladım.

“Kelimeler  üzerinde fazla düşünüyoruz sanırım. Tamam. Elbette her kelime bir iz bırakır.” Tam o anda içimden “Muhakkak” dedim, fakat bir ses olarak havada karşılık bulmadı. Konuşmaya devam ediyordu, “Fakat sevgili dostum, boş versene tüm bunları. Gördüğüm kadarıyla melekler bizi pek de hakkıyla koruyamıyor. Haliyle geriye kalanların hepsi şeytanın oyunları.” Aniden sözünü bölerek, “Ne yani?” dedim, “İrademizin hiç mi günahı yok?” Sorduğum soruyu beklediğini gösteriyordu yüzündeki ifade, fakat yine de bir an duraksadıktan sonra, biraz daha acıyan bir ses tonuyla devam etti, “Var elbet. Ne yazık ki var. Fakat daha önce sen de hissetmedin mi? Bütün bir ömrünü günahlarını yerine getirmek için yetiştirilmiş, kurbanlık bir koyun gibiydin.” Bir bakıma haklıydı söylediklerinde. Ama yine de gözden kaçırdığı bir şey vardı. “Doğru. Bunu ve daha fazlasını hissettim.” dedim.

Gökyüzüne baktığımda güzel bir manzarayı görmeden önce evrendeki varlığımın küçüklüğüyle her seferinde dehşete düşen biri olarak, gerçekten de düşünmüştüm söylediği şeyi. Benim yerimde olan bir insan tam olarak benim yaşadığım hayatı yaşar, benim hatalarımı ve benim doğrularımı tekrarlardı, kaderi teyit edercesine. Fakat bu iradeden uzak gibi görünen hayat çizgisindeki şifrenin cevabını verecek soruyu keşfetmiştim, “Ben neden bendim?” Henüz aklımla cevap verme kabiliyetine varamadığım bu soru, varlığımdan,  yok olma istikametime kadar tüm bilinmezlere cevap verdirecek kilit soruydu. Bu düşünceleri sessizce tamamladıktan sonra tekrar ona döndüm. Sanırım şimdi soru sorma sırası bendeydi, “Günahlarımızın sorumluluğunu, onları gururla taşıyacak olan şeytanın sırtına yüklemeye heveslenecek kadar mı korkuyorsun Cehennem’den?” Sorduğum soru, sanki bir hakaret barındırıyormuş gibi bir ses tonuyla, “Nasıl yani?” dedi.

Olaya çift taraflı yaklaşmak zorunda kalacaktım, düşündüklerimi anlatabilmek için, “Yani düşünsene…” dedim, “Hayattaki doğrularımızdan meleklere bir pay vermek yerine, bir gurur nişanesi gibi irademizi parlatıyoruz. Fakat iş günahlara geldiğinde, ya şeytanın oyuncağı kabul ediyoruz kendimizi ya da kader rolünün bir oyuncusu. Buradaki iki yüzlülükte suçlu kim?”

“Haksız değilsin.” dedi, -Zaten “Haklısın” demek her zaman  için zor olmuştur.- “Fakat böyle bile olsa, kader varken, irademizin yargılanması ne kadar adil?”

İş yine dönüp dolaşıp, “Ben neden benim?” sorusuna ulaşmıştı. “Bilmiyorum.” dedim, “Ama sanırım iradeler değil, ruhlar hesaba çekilecek.”

Bir Cevap Yazın