toprak

Sokak lambaları yok burada. Yalnızca düzensiz yerleşik evlerin pencerelerinden sızan ışıklar aydınlatıyor yolları yarım yamalak. Sokak denilecek bir yer de yok aslında. Bir Anadolu köyünün, her yağmurda kendini çamura devşiren toprak yolları… Benim için memleket, benim için baba toprağı… Toprak aynı toprak fakat ışıklar yeni, evler yeni. Tüm bu yeniye rağmen eskimeyen toprak, babamın ve babasının hatta onun da babasının bastığı toprak… Bizim babalarımızı da en iyi bu toprak anlatıyor işte. Emeğin kıymetini, bunca zorluk içinde inancın insana verebileceği tevekkülü en iyi bu toprak anlatıyor.

Toprak anlatıyor anlatmasına da, insan büyümeden anlayamıyor babasını.

İlk defa gurbete gönderirken evladını, hangi duyguları saklamaya çalıştığını böyle zamanlarda anlayamıyor. Bir babanın bugününü feda edip, ailesinin yarını uğruna çırpınmasını anlayamıyor. Söylemek isteyip de söyleyemediği, içine attığı cümleleri ancak büyüdüğünde anlayabiliyor insan.

Anneler çocuğu düşmesin diye korkarken babalar hep uzaktan izliyor, çocuğu düşmeyi ve nihayetinde tek başına kalkmayı öğrensin diye.

Babalar kendi lügatlarınca söylüyor sevdiklerini ve daima yanında olacaklarını. Babanın öğrettiği bu zor ama bilgece suskunluktan olsa gerek, evlatlar da erteliyor cümlelerini.

Sözün kısası, belki en çok anneler seviyor fakat babalar büyütüyor bizi. “Hep çocuk kal” demek gelse de içinden, daima babalar büyütüyor bizi. Ve işte tam bu zamanda, babamın attığı adımların peşinden giderken, “Ben hiç büyümesem, babam da yaşlanmasa” düğümünde kayboluyor çocukluğum.

Bir Cevap Yazın