sebep

Bugünün sebeplerini geleceğin sonuçlarına bağlayamayıp, geçmişi sebep sonuçlarla kavramaya çalışanlar, genelde kendi sebepsizliklerini başarısızlıklarına yoranlardır.

Bu yüzden kabul etmemiz kimsenin umrunda olmasa bile, gerçek şu ki; hepimiz hakettiğimizi yaşadık.

nisan yağmuru

Baharda yağan yağmurlar hep güzel olmuştu. Korkmamıştım ıslanmaktan. O kadar müthiş bir ahenk oluşurdu ki, tüm duyulara hitap ederdi sanki yağmurun sesi, toprağın kokusu, o hafifleten ıslaklık.

Birkaç gün önce geceyarısı tek eksik buydu. Gerçekten yağmalıydı o gece. Yağmamıştı. Minnet duymalıydım bu kadarına da. Sıcak bir bardak yetmişti gün ışığını beklememe.

Kader böyle birşey demek ki, o geceyi unutmuşken. Ve bu gece sabahı görmek o kadar da önemli değilken, pencereye vuran yağmur taneleri uyuma dedi sanki. Güzel şeyler bazen beklemediğimiz zamanlarda oluyor.

Ve şimdi herşey o kadar güzel ki.

uyku

Kayboldum kıvrımlı sokaklarda. Gözlerim yoldaydı ama kaldırımlar somut, bedenim soyuttu sanki. Düşmüyordu gölgem ayaklarımın dibine.

Kaybolmuştum düşüncelerin kıvrımlı dallarında. Hangi dala uzansa aklım; düşüveriyordu yapraklar. Durmaksızın devam eden karmaşa. Her tutunuş, bir iz. Beynim yaşlı bir ağacın kabuğu gibi düzensiz, ama bir o kadar da bütünleşmiş toprakla.

Aramaktan da yorulmuştum artık. Öyle uzun sürmüştü ki arayışlar, gündüzler yalancı, güneş yabancıydı gözlerime. Parlak hatıralar yaratamamıştım bir günde. İz bırakmayan karanlıklarda kaybolmuştum. Düşen son yaprakla anlayabilmiştim ancak. Damarlarında dolaştığım bu çınar yıkılmıştı.

Eski bir müzik… Akıbeti belli bir çırpınış… Benden yana sessizlik… Biraz umut… Ve son…

Benliğim, beni kaybetmiş bekliyorum; en güçlü tokatıyla uyanmak umudum.

renkler

Eksik tasvirler yazmıştı her zaman. Hayattan bir kesit gibiydi hepsi, başı ayrı bir masal, sonu başka bir roman. Küçük bir hayalden bahsederdi satırlar, ama o satırların ne altında ne üstünde gerçekliğe bu denli gömüldüğünü bilmezdi kimse. İhanetten bahsederdi bir hikayesi, ama bu ufak hikayeden sonra bile yanında dostları vardı.

Kim buna dem vurabilirdi ki? Yılmadan kim sevmişti? Aldığı ilk nefesin tadı sonuncuyla bir olan var mıydı? Çözülmez düğümlerin başına oturup, vazgeçmeden kim ölmüştü, hara olmuş parmakları kan içindeyken?

Yani hiçbir zaman tam bir hikayesi olmadı hiçbirimizin. Bazıları o kadar acınasıydı ki, tek hikayeleri, çaldıkları yalanlardı. Kendilerine ait bir yalana bile sahip değillerdi. Alçaklıklarının bir mezar hırsızından farkı yoktu.

Velhasıl tekrar yükselirsek, onun hikayesi dün siyahtı… Bugün belki beyaz… Yarın hala karanlık, ama son gün büyük bir ışık var, o gün renkler önemsiz!

gün

Kelimelerin tıkandığı zamanlar vardır. Dudaklarımız çırpınır adeta, kanadı kırılan bir kuş gibi. Ne kadar çırpınsak da fayda etmez toprağa karışır sözcükler, gökyüzünde yüzmek yerine.

Bazen bu sessizlik o kadar uzun sürer ki, unuturuz kelimeleri, anlamlarını, hissettirdiklerini. Yıllar sonra zindandan çıkmış bir mahkum gibi alışamaz gözlerimiz güneşe.

Unutulmaz zindanların karanlık duvarları. Her zaman bir tehdittir, acı bir hatıradır zihinde. Biraz alışır gibi olduğumuzda o kızıl sıcaklığa, yerini ayışığı kaplar. Daha tanıdıktır aslında. Dört duvarda geçen seneler benliğimiz olmuştur çünkü. O siyah taş duvarların soğukluğu, karanlığı geceyle merhaba der. Ama özgür bir dünyada.

Biz henüz düşmedik çıkışı olmayan boş çukurlara, hala kelimelerimiz var bizim. Bir umut kadar parlak güneşten ve anlamlı bir mehtapdan daha değerli, bir ‘gün’ümüz var bizim. Dudaklarımız çırpınmak yerine, çarpıyor hala, kirlenmeyen benliğimiz kadar.

rüya

Sesler duyuyorum umudun ötesinden, kesik kesik. Bir rüyadan geriye kalanlar gibi, parça parça. Hatırladığım güzel tek güzel şey var, gerisi darmadağın.

Hatıraları atıp bir kenara tutunasım geliyor bazen bu rüyanın gerçekliğine. Kalk diyorum, kalk ve tutun hayaline, bir çocuğun uçurtmasıyla birlikte gökyüzüne yükselme arzusu gibi.

***

Ellerini tutuyorum sıkmadan, ama güvenerek. Bir sıcaklık kaplıyor kollarımı. Sensin sanıyorum sebebini bir an. Başımı indiriyorum, kollarımdaki kan damlıyor ayaklarımızın önüne. O ana kadar hayalken, gerisi umut oluyor. Bırakmaman elimi, tüm o acı sıcaklığın ürpertisine rağmen bırakmaman.

nefes

(ateş)

Bir elim cebimde yürüyorum. Sokak lambalarının parlattığı arabalar ve içinde sırlarla dolu perdeler dışında her yer karanlık. Bir şeyler duymak istiyor ruhum ama yağmur taneleri öyle hızlı boşalıyorki gökyüzünden, ayakkabılarımın betona çarpışı bile bir görüntüden ibaret.

(nefes)

Birileri peşimde değil farkındayım ama omuzlarımdaki yükün sebebi olan herkes farkında sanki üzerine yürüdüğüm fırtınanın. Bir o kadar da umarsızlar sanki. Sanki, artık onlar için bir hatıradan fazlası değilmişim gibi. Sanki, söndürdükleri sigarayla birlikte ben de sönecekmişim gibi.

(nefes)

Yürümeye devam ediyorum, adım adım uzaklaşıyorum. Ve adım adım yaklaşıyorum bir bilinmezliğe, yine. Cebimde bir kağıt var, geçmişe ait bir kaç satır… “İnan” diyor ‘bize’, iyi ki inanmamıştım. İyi ki gözyaşlarındansa, yağmur tanelerine sığınmıştım. Ben susmuştum ya, sen anlayamamıştın bile. Ve maziden kalan bir kaç satırda suyla karışıp bulanıklaşıyor elimdeki beyazlık üzerinde.

(nefes)

Atmıyorum onu, sadece avucumu açıp rüzgarın götürmesini bekliyorum ufak kağıt parçasını. Birilerinin eline geçse ne anlardı acaba o bulanık satırlardan? Üstümdeki tüm hissizliğe rağmen acınası bir tebessüm kaplıyor yüzümü, etrafımdaki tüm kasvete rağmen.

(nefes)

Kötülüğe boyun eğdiğim ilk an girmiştim galiba bu yola. O an gözümden akan bir damla yaşın bu kadar büyük bir fırtınaya sebep olacağını bilebilir miydim?

(nefes)

Bilmeliydim.

Bu hikayenin satırlarını yazan son parça umuttu içimdeki. Yere bıraktığım sigarayla birlikte o da düşüyor yere. Sadece bir görüntü, yine ses yok. Ben adım atmaya devam ederken, o beni arkamdan hala umutla izliyor.

Herşey karıştı birbirine. Ne anlamak kolay ne de değiştirmek birşeyleri.

Umudum sesleniyor arkamdan;

-Dön! Bana değilse bile, açılacak bir pencereden ismini duyarsan eğer dön. Işık orada.

Duruyorum.

(ateş)

(nefes)

Umudun vaadettiklerine kanmalı mıydım? Umudun kendisini parça parça bitirmişken.

Bir adım daha, bir nefes daha, bir nefes daha. Ta ki son nefese kadar.

yüz

Bir yüz hatırlıyorum. Bir hikaye var bakışlarında, yığınla hatıra. Yorgunluk çökmüş gözlerinin altına. Saçları seyrek, kaybetmiş her savaşta tel tel. Bir anı sadece ama, titriyor yüzündeki her kıvrım. Kıvrım kıvrım geçmiş bir ömrü anlatır gibi onun hikayesindeki satırlar. Hem sönmüş küller var saçlarında, hem ufak bir kıvılcım, parlamaya hazır hala.

Puslu bir mirat karşımda, atiden görünen, emin değilim sanki zahir…

çocuk

Küçük bir çocuktu aslında. Bulamamaktan da korkmuştu, bulduğunda ne yapacağını bilememekten de. Onca zaman arayıp durmuştu satırların arasında. Çocuktu ya o, nereden bilebilirdi ki, yapması gerekenin boş bir kağıt alıp ellerine tutuşturmak olduğunu, satır satır yazmanız için kaderinizi.

Ama hala çocuktu o. Kabul ettirebilir miydi ki senin ellerine, kuş tüyü kalemi de?

kanat

Sonbahar gelmişti. Sıcak bir bardak varken elinde, gözü gökyüzüne dalmıştı. Gökyüzü kadar umut dolu bir yüzü vardı. Martılar vardı derin gözlerinin daldığı yerde. Bir telaş, bir savaş, bir umut, belki bir aş, küçük bir hayat. Küçücük vücutlarında duygular vardı elbette ama, onları gözleyende bambaşka bir duygu belirdi.

Tarifi zor, tanımadığı kanatların sessiz elvedası, ama o gidişin gururundaki asalet. Hayat mücadelesi vardı küçücük siyah gözlerde. İsyansız, inanarak, korkmadan ama tehlikeli. Ne hüzün ne de mutluluk. Tarifi zor.

Kanatları yoktu kızın, ne kaçtığı bir sonbahar, ne kaçmak için bir sebebi vardı. Hayal kurmaya korkuyordu belki ama umudun sıcaklığı vardı kalbinde.

Tehlikeli bir elveda vardı belki. Ama bir de hayat vardı, yaşamak zorunda olduğu. Bir umut, bir yudum, bir elveda. Evet, değerdi yaşamaya, herşeye rağmen.

bir bardak insan

İnsanlar var, göründükleri kadar bile değiller. Ne düşünceleri kadarlar, ne de inançları. Bir bardak gibi, içi boş ama ışık oyunları kadar dolu.